Çizgili pijama ve pembe geceliğin evi artık boş
İlk fark ettiğimde haziran başlarıydı. Her sabah ve her akşam önünden geçip gittiğim müstakil bir evdi. Bütün pencereleri sokağa bakardı. Eğer sabahsa, çizgili pijamayı görürdüm. Dirseklerini denizliğe dayamış, elinde sigara, gözü uzaklara takılı. Arada bir nefes alır sonra biten sigarasını bir fiskeyle sokağa fırlatırdı. Akşamsa, pembe geceliği... Çiçeklerini sular, ocaktaki yemeğe göz ucuyla sanki bakışıyla pişip pişmediğini anlayacakmış gibi bakar ardından pencereyi kapatıp içeri girerdi.
Onların hayatları üzerinden evliliği düşünürdüm. Sadece o evde yaşananlar sahici gelirdi bana. Yanı başında yükselen apartmanlar, o apartmanlardan oluşan siteler ve kapılarında güvenlik bekleyen düzenli bahçeleri… Hiçbiri gerçek değildi. Hiçbirinin penceresinden sokağa bakıp önünüzden geçen biriyle sohbet edemezdiniz. O sitelerin pencereleri de gökyüzüne açılırdı belki ama ferahlık değil, boşlukta kaybolup gitme hissi verirdi insana.
Geçen gün fark ettim. Demek ki uzun süredir bakmadan geçiyordum. Demek ki içimin pencerelerinin sıkı sıkıya kapalı olduğu günlerdi. Soluklanmak aklımın ucundan bile geçmediğine göre...
Pencerelerde kimse yoktu. Denizliklerde çiçekler. Sokakta, evin önünde sigara izmaritleri, camlar toz içindeydi, içerde kuru bir karanlık... Evin ön cephesine kocaman bir kiralık yazısı asılmıştı. Nedense bu yazı yüreğime su serpti. Yine birileri taşınır diye düşündüm. Belki pijamayla geceliğin rengi değişir belki ev biraz daha kalabalıklaşır belki çiçekler başka türlü açar ama alıştığım düzen devam eder... Hatta bir gün cesaret edip selam verir ve çizgili pijamayla pencere önünde sohbet ederim.
O günden sonraki akşamlardan birinde televizyona takıldı gözüm. Münir Özkul’la Adile Naşit’in oynadığı Gülen Gözler filmini izledim. Filmin sonunda Vecihi’nin düğün için biriktirdiği parayla evin ipoteği kaldırılıyor ve aile yeniden eski mutluluğuna kavuşuyordu. İpoteği alan müteahhitin inşaatıysa paragözlüğünün ve kötülüklerinin cezası olarak yıkılıyor, müteahhit “Bittim ben, yıkıldım!” diye dert yanıyordu. Söz sırası bütün iyi niyetiyle Münir Özkul’daydı:
“İnsan namusuyla çalıştıktan sonra, kimsenin hakkını yemedikten sonra yıkılır mı be Yunus! Kendine gel, toparlan. (Adile Naşit’e seslenerek) Nezaket! Koy sofraya bir tabak daha.”
Ben onun kadar iyimser değilim yine de. Her gün evin önünden geçiyorum ve yazıyı kontrol ediyorum. Kiralık yazıyorsa yüreğime su serpiliyor. O zaman ben de çizgili pijama giyer, pembe gecelikle birlikte buna benzer bir pencerede ömür tüketirim diyorum. Ama ya bir gün satılık yazar da onu zamane müteahhitlerinden biri alırsa? İşte onu düşünmek bile istemiyorum.
YORUMLAR