Ah bu topraklar…

Önce 10 saat Tayland’a uçmuşuz. Sonra 2 saat Tayland’da bir adaya uçmuşuz. Sonra 2 saat sürat teknesiyle yol almışız. İnmesi binmesiyle, takriben 1 gündür yoldayız. Rehber geldiğimizi müjdeleyen anonsu yapıyor. İşte bilmem hangi filmin çekildiği dünyada eşi benzeri olmayan bilmem ne adasının şu bu koyu. Emniyet kemerlerimizi çözüp, oturduğumuz yerden bu dünya harikasını görmek için doğruluyoruz.


Fethiye’nin Kabak koyu karşımızda duruyor. Japon ve Avrupalı turistler çılgınca fotoğraf çekiyor. Hafiften midem bulanıp başım dönüyor.


İstanbul’dan Peru’nun başkenti Lima’ya bir durak aktarma ile toplam 22 saatte varmışız. Lima’dan Cuzco’ya 1.5 saat uçmuşuz, Cuzco’dan otobüsle 1 saat yol almışız, otobüsten sonra 3 saat trekking yapmışız. Menzile vardığımızda rehber gururla sunumunu yapıyor. Önümüzde birbirinin üstüne konmuş çok sayıda orta boy taşa bakıyoruz. Rehber bu mimarinin ne kadar acayip bir mimari olduğunu anlatıyor. Hatta diyor ki: “bu insanlar tarafından yapılmış olamaz, uzaylılar yapmış olmalı diye efsaneler var.” Pardon diyorum, yıl kaç? 15’inci yüzyıl diyor. Bildiğimiz 15. yüzyıl mı diyorum, milattan sonra olan. “Evet” diyor.


Ne Asya ne Güney Amerika deneyimlerim kuşkusuz bu anlattıklarımdan ibaret değil. Her kültür, her coğrafya kendi çerçevesi içinde sayısız güzellik sunuyor. Ama eğer Türkseniz, nereye giderseniz gidin genelde başınıza iki şey gelir: Bir, gördüğünüz doğal ya da tarihi güzellik karşısında hafiften hayal kırıklığına uğrama ihtimaliniz çok yüksektir. İki, 15’inci yüzyılda üst üste konmuş iki taşa gösterilen hürmete ve korumaya hayret edersiniz.


İki konuda da çok haklısınızdır.


Anadolu’daki antik kentlerin önünden geçip girip bakmaya tenezzül etmeyecek kadar şımartmıştır bu topraklar sizi. Birkaç km sonra zaten baş bir kültürün başka bir muhteşem kalıntısı karşınıza çıkacaktır. Türkiye’de istenildiğinde tarihe, kültüre, doğaya ulaşmak bakkala gitmek kadar kolaydır. Sokağınızın başındaki kurumuş çeşme, ihtimal o ki İnka’lardan daha eskidir.



Bu satırları yazarken Antalya Tekirova’da bir doğa kampındayım. Son 10 senedir her sene korku içinde buraya geliyorum. Her an beş yıldızlı bir otele, golf sahasına dönüşebilir. Her an tam ortasından yol geçebilir, site inşa edilebilir.


Bir arkadaşım kendisine gelen site tanıtımını Facebook’a koymuş. Bire bir aktarıyorum:


“Ulaşım açısından ayrıcalıklı bir konumda bulunan proje, Flamingoların üzerinden uçtuğu, binlerce göçmen kuşun uğrak yeri olan Tuzla Gölü’nün çevresinde şantiyesini kurmuş, inşaata başlamıştır.”


Bu satırları yazdığım koy sessiz, benden başka 1-2 kişi daha var. Dalga sesi, kuş sessi başka bir şey yok… Denizin bittiği yerden dağ orman yükseliyor, ormandan biraz yürüyünce Phaselis…


Önce dum tıs dum tıs bir müzik usulca koya sızıyor, sonra bir korsan teknesi koyun bir ucundan başını göstermeye başlıyor. Gelip koyun orta yerine demirliyor. Halaydan diskoya, diskodan halaya bir müzik koyu dolduruyor. Ne kuş kalıyor, ne dalga…

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.