Değer elbet
Şu aralar günlük hayata çamaşır makinasının sıkma programından yeni çıkmış gibi karışıyorum. Halsizim çünkü içinden inemediğim küçük bir teknede sürekli sallanıyor gibi annelik, gebelik, eşlik ve bilirkişilik (!) görevleri arasında salınıp duruyorum.
Değil, sadece arıza başka bir oğlak kadınıyım. Bir daha dünyaya gelirsem, sarışın ve ikizler burcu olarak gelmek istiyorum, şuradan ilan ediyorum. O zaman pijamalı bacaklarıma taktığım ponpon çoraplı bol bol ‘selfie’m olacak biliyorum. Bir de beni sosyal bir kelebek olarak gören ve beklentisini bu noktada sabitleyen bir canım çevrem.
İkinci çocuğu istiyordum çünkü…
Çocuklu hayatın rutinleri, gidip de anlam bulamadığım sinemalardan; parklardan, gezip de patates kızartmasını paketten önüme koymayı kendine ar etmeyen cafe’lerden; çocuklu hayata tutunmaya çalışan kadınlar, işyerinde gözünü oymaya hazır hırs küpü muadillerinden daha cazip gelmeye başlamıştı.
Bir de 70 yaşına gelmiş bir tinton olduğumda kızımın yanında aile diye kendi enerjisine denk biri olsun diyordum.
Aslında tüm ödevlerine rağmen çocuk bakmanın kişiyi kendinden azat eden bir yanı var. Nasıl bilmiyorum ama annelik, insanın içindeki gerçek doğayı salıveriyor.
Bir çocuğun beni serbest bırakmak için verilmiş bir hediye olduğunu düşündüm hep. Evet, benden alıp ötürdükleri vardı: Beni kendime ait olmayan ihtiyaçların çizdiği bir sınıra hapsediyordu, ama kendinle didişmekten daha sevimliydi bu ihtiyaçlara yetişmek.
Aslında şövalye hikayalerindeki atlı cesur binicinin de kendim olduğunu anlamamı sağladı anneye dönüşmek. Savaşçı kadına iyi geliyor lisede zevzek zevzek beklediğimiz o yakışıklının resmini değiştirmek.
Sormak istiyorum: Anne olmayı becerebilmiş tüm kadınlar size de öyle gelmiyor mu? Hatta bazı cengaverler sadece çocuklarını değil, eşlerini de annelerinin onları bıraktığı yerden eğilip kaldırıyorlar.
Ve bitap ama eskisinden daha güzel görünüyorlar.
YORUMLAR