Hadi’lerin öcü
İstanbul’da önüm, arkam, sağım, solum kentsel dönüşümün gürültüsündeyken, bir parka gitmek için trafikle boğuşurken, azıcık hamur üstüne didiklenmiş salamla, sosise bir servet öderken, bir manava bir okula bir yazıya bebeğin uykusuna yetişmeye çalışır ama hep eksik kalırken kolay yazı yazmak.
Şehir, konuya boğuyor insanı.
5 dakika öncemle sonrama bakmak yetiyor, konuşturmak için yazıyı.
Oysa sayfiye yerleri öyle mi?
Ben şimdi burada, açık havaya kurulmuş masamda, tatlı tatlı uçuşan saçlarımla ne yazayım ki?
Rüzgarla renk değiştiren, kendini bir cam göbeğine, bir laciverde atıveren maviyi mi, dutlara tüneyen kuşları mı, kıyıya vuran denizin hiç kibir yapmadan kendi içine doğru çekilivermesini mi? Neyi?
Derdim teknelerin ayarsızca açtığı müziğin sesi, onlar gelince ayaklarıma gelmekten vazgeçen sarpalar bir de bitmeyen sigara dumanı komşu şezlongdaki.
Bir de iki sorunun ruhumu merdaneye alan mesaisi.
Çınar’ın oynasın diye üzerine koyduğumuz kumları yemesi ve Gökçe’nin bitmeyen ne zaman sorgusu ve hadi’lemesi.
“Bodrum’a ne zaman inicez anne, eve ne zaman varıcaz anne,” e geldiğimize göre, “Ne zaman denize giricez anne? Ne zaman çıkıp eve gidicez anne? Ne zaman yatıcaz anne, bu da ne zaman anne, şu da?” 10 dk içinde 3 kez ne zaman sorgusu yapılmışsa biliyorum ki, artık hadi vakti.
“Hadi babacım denize girelim”, denize henüz girmişken “hadi babacım dergi okuyalım, hadi babacım resimleri yapıştıralım, hadi çıkalım, hadi yine girelim”. Kentte onu durduran “İşim var Gökçe, bana izin ver” durumundan muaf olduğunu bildiğinden, iyice boşalıyor zincirlerinden.
Onun tatil ritmi, koşturuyor benimkinin önünden.
Yelkovan çocuk ruhunun aceleciliğinde, akrepse yetişkinin tatille iyice artan rehavetinde. Bana sorarsan dostum tatilin en zor yanı, kalabilmek bu ikisinin dengesinde...
Ve kim bilir, çocukların şehirlerde maruz kaldıkları ‘hadi’lerin öcü, tatillerde alınıyor belki.
YORUMLAR