Cannes Film Festivali’nin ardından..
Valla yalan yok, hep derim en sevdiğim etkinlik Cannes Film Festivali diye... Oscar falan hikaye bence. Burada palmiyeler, deniz, güneş, pırlantalar, memintolar, güzel filmler ve günlerce süren, bitmeyen bir ihtişam seremonisi…
10 gün süren festivalin en gıybete değer anlarını şöyle bir toparlayıp sizlerle paylaşmak istiyorum…
Tabii ki herkesin dilinde olan, kızlarımızın da bu sene kırmızı halıda yürümesi ile başlıyoruz. Fahriye Evcen, Cansu Dere ve Azra Akın bir markanın güzellik elçisi olarak katıldılar etkinliğe... Cansu Dere bildiğim kadarıyla bir kaç yıl önce de katılmıştı, anlayacağımız tecrübeli bu konuda... Fahrive Evcen ve Cansu Dere’nin de beyaz giymesini talihsizlik olarak görüyorum. Azra Akın biraz da olsa farklı olmayı başarabilmiş, ancak onun da saçları şampuan reklamından çıkmış gibi... “Ahenkle dans mı ediyor kıız” diye alttan hoplatasım geldi saçlarını…
Bütün festivalin en şık hatunu olarak ise Sienna Miller’ı seçiyorum izninizle. O kadar şık ve düzgün giyindi ki, botoks mağduru yüzünü unutturdu bizlere... Tam Cannes havasına yaraşır renk ve uçuş uçuşluktaki tuvaletleriyle hasetten tüm damarlarım çatladı…
Madem şık seçtik, televole misali bir de en rüküş de seçelim. İstemeye istemeye de olsa festivalin en rüküşü olarak Marion Cotillard’ı seçtim! Her şeyine bayılıyorum ama bu kadın giyinmeyi be-ce-re-mi-yorrr! Dikine çizgili giyip olduğundan şişman görünmeyi başarabilen tek kadın kendisidir herhalde... Monami yeşili tuvaleti de gözleri kör eden bir tona sahip olduğundan, üzgünüm Marion, kuş öldü beybi…
“Crop top nedir, nasıl giyilir?” dersini ise Joan Smalls ve Kendall Jenner’dan aldık. Pardon da onlar giymeyecek de, ben mi giyeceğim kırmızı halıda crop top? Klasik ve sıradan tuvaletlerin birbiriyle yarıştığı etkinlikte böylesine farklı olabildikleri için kutluyor, o sıskacık bellerinin biran önce simit gibi kocaman olmasını diliyorum. Bu kadar kusursuzluk bu dünyaya fazla. Tamam, giydiniz gördük, hadi şişmanlayın!
En çok şaşırdığım isim ise Antonio Banderas oldu. Adamcağız resmen tontiş bir dede olmuş! Tamam hepimiz yaşlanacağız ama bir zamanların erkek idolünü böyle yanakları sıkılası minnoş bir büyükbaba olarak görünce bayağı bir şaşırdım. Daha 55 yaşında olmasına rağmen oldukça çökmüş görünüyor. Herhalde George Clooney gergin cildine bakıp bakıp ellerini ovuşturuyordur sevinçle…
Biraz da kısa kısa neler olup bitti onlardan bahsedeyim.
Leonardo Di Caprio yine Serdar Ortaç misali çevresine 20 tane model toplayıp yat turları yaparken görüldü festival süresince. AIDS hastalığının tedavi araştırması için yapılan yardım gecesine ise gerçek bir Banksy tablosu bağışlamış. 1.1 milyon yurocuk olan eseri kim alacak bilmem ama Leomuz pek cömertmiş…
En iyi film, yani altın palmiye ödülünü “Dheepan” isimli film aldı. Nerede okuduysam okuyayım herkes bu filmin ödül almasını oldukça eleştirmiş. Merak düşkünü olarak yine aşırı izleyesim geldi. Böyle siyasi filmleri pek sevmem ama koskoca Cannes jürisi bir şey bulmuş ki ödül vermiş, bir izlemek lazım.. Filmin ülkemizde ne zaman gösterime gireceği ise belli değil…
Cate Blanchett “Carol” filminin etkinliğinde başka bir kadından etkilendiğini açıklamış. Sonra da “yok yok lezbiş ya da biseksüel değilim, ama etkilendiğim oldu” falan demiş. Bu tür promosyon polemikleri bizim memlekete özel sanırdım, meğer koskoca Cate Blanchett da ilgi çekmek için abuk subuk konuşabiliyormuş...
Filmler, kıyafetler, etkinlikler kadar takılarıyla da meşhur bu festival. Dünyanın en ünlü markaları en pahalı mücevherlerini ünlüler üzerinde birer birer sergiliyor. Festivalden bir hafta önce Cartier’in mağazası silahlı soyguna uğramış ve 17.5 milyon dolarlık mücevher çalınmış mağazadan. Yuhhh, duyunca gözümden Bay Cartier için bir damla yaş aktı..
Kendimiz üç kuruşun hesabını yapsak da, milyon dolarların dilimizden düşmediği bir etkinlik daha sona erdi. Allaam böyle binlerce karatlık olmasa da şu minik ve zarif parmaklarımıza birer tek taş kondurt…
YORUMLAR