Stoklarımızda o yaşlılardan kalmadı!
31 yaz önceydi.
81 yazı…
31 yıl olmuş.
Öyle bir yaşımdayım ki sadece Nazım Hikmet'le Samed Behrengi çocuklara masallar yazıyor sanıyorum, en çok da Gülten Dayıoğlu'ndan ürküyorum.
Anneme “O” diyorum, “Çok acıklı yazıyor, almayalım kitaplarını, üzülüyorum.”
Ve tabii ki milliyet çocuk'u dünyanın en önemli yayını ve cumhuriyet gazetesini de ülkede yayınlanan tek gazete sandığım yıllar…
Bir yaz zamanı…
Turgutreis’deyiz.
Arca Villaları…
Güneş tepede…
Herkes denizde…
Annemle babam gençken çocuk sahibi olduklarından beraber büyüyen ekiplerdeniz biz…
Arkadaşları da bizimle aynı yerde kalıyor.
Büyük eğleniyorlar.
Ben o gün nasıl olduysa büyüklerin eğlencesini fırsat bilip annemden izin koparıyorum ve öğlen uykusundan yırtıyorum.
Atlıyorum bisiklete!
Sitenin etrafında çılgın gibi tur atıyorum.
Tozu dumana katıyorum.
Bir tur atıyorum, yetmiyor, bir tur daha...
Sitenin her yeri begonvillerle dolu, begonvillere bakarak uçuyorum.
Ama bir yer var ki oradan dikkatli geçmem lazım.
Çünkü her yer boyum kadar kaktüs…
Ve bir sinek gibi kaktüslere doğru uçuyorum.
“Yandım, yanıyorum, kör oldum, bacaklarım, Allah, mahvoldum” diye abuk subuk olduk olmadık her şeyi sıralayarak çığlıklar atıyorum.
Herkes deniz kenarında…
Sesimi duyan yok.
Kaktüslerin ortasında yatıyorum.
İki koca adam bana doğru koşuyor.
Biri beni, diğeri bisikletimi kaktüslerin içinden çıkarıyor.
Biri adımı soruyor.
Onu Atatürk sanıyorum.
“Elif” diyorum.
“Elif’in kağnısı vardı, sende bisiklet varmış” diye kahkahayı patlatıyor.
Beni kucaklayan evdekine “kapıyı aç kapıyı, yaralıyı getirdik” diyor.
Bana gülümsüyor.
İçimde en ufak bir korku yok.
Kapıyı açan kadını görünce çığlığı basıyorum.
Yüzü bembeyaz ve salatalıklarla kaplı…
Atatürk sandığım gülüyor, “Korkma, salatalık onlar yüzüne maske yapıyor.”
Beni teraslarındaki bembeyaz koltuklarına yatırıyorlar.
Biri mutfaktan zeytinyağını, diğeri banyodan pamuğu, öbürü yatak odasından cımbızı getiriyor.
Üç doktor gibi, tek tek, ama gerçekten tek tek, her yerime saplanan kaktüslerin iğnelerini bacaklarımdan kollarımdan çıkarıyorlar.
Atatürk sandığım bana bir yandan hikâyeler anlatıyor.
Salatalıklı olan “Çocuklar yavaş acıtmadan” diye diğer ikisini uyarıyor.
Diğeri zeytinyağının faydalarını anlatıyor.
Onlar beni iğnelerden kurtarırken dışarıdan annemin sesi geliyor.
Terastan sarkıp, “gelin gelin bizim terasta sizinki” diyor Atatürk sandığım.
Annemin sesinden telaşlandığını anlıyorum, bir yandan da korkuyorum.
“Of yarından itibaren bisikleti de yasaklarlar bana!”
Annem geliyor, kurtarıcılarıma teşekkür ediyor.
“Elifciğim herkesi öp, teşekkür et” diyor ve terastan aşağı merdivenlerden inerken tekrar tekrar üçüne bakıyorum.
“Bisiklet yasak mı?” diyorum.
“Hayır, sadece insan gibi git; insanlar her gün seni terasta bekleyemez” diyor annem.
“İnsan gibi git!”
Büyürken de bu komut kulağımı yiyor!
“İnsan gibi…”
Aradan geçti bu kadar yıl, her yaz olduğu gibi yine bu kıyılardayım…
Ve her yer çocuk…
Ve ben yanlışlıkla yaşlı olmuş ve hata sonucu tonton olamamış yaşlılarla dolu sahillerdeyim.
İnsan sevmeyen, çocuk sevmeyen bir ülke olmuş burası; ben filmin bir yerinde herhalde uyuyakaldım diye düşünüyorum.
Kendimi hiç bu kadar kötü hissettiğim, bu kadar üzüldüğüm başka bir tatil hatırlamıyorum.
Hani ben küçükken olduğu gibi çocukları kaktüslerden kurtarmak gibi şeylerden geçtim, sahilde önlerinden koşarak ve eğlenerek geçen çocukları boğup öldürmekten bahseden, “Sizi polise verelim de tutuklasın” gibi tehdit savuranlarından bahsediyorum.
Bütün gün o memelerinin altlarına kadar çektikleri mayolarıyla çocuksuz sahil hayali kuruyorlar. Asıl sarkan beyinleri ve kalpleri… Hoş onlar bunu bile fark etmiyorlar.
Merdivene yapışıp da “Canavar geliyooo” diye bağıran çocuklar büyüdükçe canavarlaşan insanlardan habersiz pis bir ülkede büyüyorlar.
“Şimdiki çocuklar bir başka” diyorsunuz ya hep, ben de “Şimdiki yaşlılar bir başka” diyorum.
O bizim küçüklüğümüzdeki hayat başka bir hayatmış.
Biz küçükken bizi seven yaşlılardan bu ülkenin stoklarında kalmamış.
Bu tatili, bu sevgisizliği unutmam mümkün değil!
Mümkünse bir şey rica ediyorum:
Sevgisiz olanlarınız içinden yaşlansın, sahillerden ve çocuklardan uzak durun istiyorum!
Not: 81’ yazında beni kaktüs dikenlerinden kurtaranlar Müşfik Kenter, Şükran Güngör ve Yıldız Kenter’di. Yıllar önce İstanbul’da bir kafede rastladığımda teşekkür etmiştim, yine ediyorum, bana 31 yıl önce verdikleri ve unutamadığım şefkat ve ilgileri için!
Çocuklara bugün iyi davranıyorsam, annemle babam kadar payları vardır, unutamıyorum. Allahtan rahmet dilemek yeter mi bilmiyorum, ben oradan da çocukları koruyan melekler olacaklarını biliyorum.
YORUMLAR