Çalılıktaki Kimsesiz Kuşlar
Kızımın okulunda iki özel çocuk var: Yuvadan geldikleri için, hayata ‘öteki’ olarak başlayanlardan onlar. Maalesef! Güzelim gülüşlerine bakıp hayran olacak ya da kaprislerine cansiparane dayanacak ana -babaları yok. Ya öldüler, ya bırakıp gittiler...
Çocuk dünyasının kırılganlığına karşı bir kalkan gibi gördüğüm bizim okul, onlar için bir yeryüzü cenneti, biliyorum. Ama sonrası?
Akşam hallerini düşündükçe gamlı baykuş oluyorum bu günlerde. Bir görsem, anneliğin onca zor taleplerine dayanan omurgam bir anda çökecek biliyorum. Aslında hayatın hoyratça kaçırdığı nazik yaşamlar yokmuş gibi mutlu bile olabiliyorum, bunları düşünmeyi unuttuğum zamanlarda.
Tamam hep vardılar. Ama uzaktaydılar. Çocuksuz günlerimizde gönlümüzden koparsa belki edilecek bir yardımın ucundaydılar. Çok çalıştığımız için maaşlarımızla şımarttığımız vurdumduymazlığımızın ötesinde kalıp, akıllara bile gelmeyenlerdi onlar.
Bir çocuğu büyütmeye gör, telefonun gece gündüz modu gibi değişiyor hayat. Şimdi yaralıyor yalnızlıkları beni, kendi kalabalığımdan, çocuğuma verebildiğimden utandırıyor.
Biliyorum ki, adını yazarken bile insanı yaralayan ‘kimsesiz çocuklar’la bir aile ortamının sevgiyle sardığı çocuklar arasındaki farkı kapatmak imkansız.
Peki yok mu mümkünü?
Sonunda dokunacağı bizim iki çocuk değil. Ama minik bir yürekse akıldaki, hangisi olduğu fark eder mi?
10, 20, 50 fark etmez, insanın harcadıkça çoğalacağı tek yer burası sanki. Siz ne dersiniz?
YORUMLAR