Bir kitabevi sayıklaması...

Her sabah dumanı üstünde tüten, fırından yeni çıkmış poğaça kokusuyla uyanmanın hayatın mükafatı mı yoksa laneti mi olduğundan pek emin değil artık. Tartıda kütlesel ağırlığının son altı ayda dört kilo birden arttığını gördüğünden beri… Alt katında, tüm yarımadanın en lezzetli poğaçalarını yapan Nazım Usta’nın pastanesi olan bu evi tuttuğu için kendinden çok emlakçı Rafet Bey’e kızıyor bu sabah. Hayır, yarın sabah kendine de kızabilir de, bugün canı, evi kiralarken aldığı komisyonda zerre indirim yapmayan, cebi dolduğunca yüzü güleç emlakçı Rafet Bey’e kızmak istiyor.


Yine de Nazım Usta gibi birini tanımanın bedeli dört kiloysa buna da sonuna kadar razı. Nazım Usta’sız daha fit vücutlu bir hayattansa Nazım Usta’lı hafiften yağ bağlamış bir göbekli hayatı tercih ediyor sonuna kadar. Hayatın tadına varmaya başlayalı beri, ideal kadın bedeni ölçülerini Nazım Usta’nın poğaçaları belirliyor. O, bu hikayenin Hulusi Kentmen’i.


Poğaça, göbek yağları, emlakçı Rafet üçgeninden derhal sıyrılıp bir an evvel kitabevini açması gerek bugün. Yok, öyle özel bir gün olduğundan falan değil. Ankara’dan sipariş ettiği yeni kitaplar gelecek. Ama ondan önce marangoz Sami’nin dün getirip monte ettiği yeni rafları temizlemesi gerekiyor bir an evvel gidip.


Sekiz ay önce, yirmi küsur yıl boyunca butikten ganyancıya farklı işlere mesken olmuş bu dükkanı kitabevine çevirirken en dipteki köşeyi sadece bir oturma grubu olarak tasarlamıştı. Oradaki iki koltuğun arkasındaki üçlü duvarı boydan boya kitap rafı yaptırmak en başından beri istediği şeydi ancak daha yeni yeni bütçesini toparlayıp fırsat bulabiliyordu buna. Tıpkı hiç unutmadığı Kirpinin Zarafeti romanının sinema uyarlamasında, Renée’nin kucağında kedisi, elinde romanı uzaklara dalıp gittiği o sahnede, arkasında boydan boya uzanan kitaplık gibi.


Bilmiyordu Renée’nin kitaplığında hangi kitaplar olduğunu. Lakin kendini biliyordu. Kendisinin o raflarda hangi kitapların bulunmasını istediğini… Corto Maltese’leri sipariş etmişti ilk. Baştan sona tüm çizgi roman serisini. Üç tarafı denizlerle çevrili bu ülkenin denize en uzak kara parçalarından birinde – Ankara’da – doğup büyümüş biri olarak denizle kurduğu ilk bağ idi Hugo Pratt’ın kaleminden çıkma bu maceracı denizcinin hikayeleri. Çocukken, büyüdüğünde tıpkı Corto Maltese’in yolunun düştüğü ve bir dolu macera yaşadığı o sahil kasabalarından birinde yaşama yeminlerini unutmuştu çoktan. Çocukluk günlüklerinden birine baksa hatırlayacak ancak. Ve belki de bunca yıl sonra kendine vermiş olduğu bu sözü gerçekleştirmiş, ömrünü karadan denize taşıyabilmiş olmaktan dolayı mutlu olacak. Çünkü bir zamanlar Corto Maltese’i düşünerek bu hayalleri kurduğunu hatırlamıyor ama hep bir deniz kıyısında yaşamanın hayalini kurduğunu çok iyi biliyor. Ömrüyle birlikte büyüdü bu hayal.


Kapısından bir kişi girmeyeceğini bilsem bile bir kitabevi açmak istiyorum demişti Nazım Usta’ya geldiği ilk günlerde. Koca ülkede kitap okuma oranları neydi ki bu minik kasabada farklı olsun. Cahil cesareti diyorlardı ya yaptığına, cahil değildi. Ya da farklı şeylerin cahiliydi belki de, önemli değildi. Bir renk olmak istiyordu en çok. Ne kadar kazanabileceğini, gelirleri giderleri bilemiyordu; onlar mutlak değil, muğlaktı. Ama bu kasabaya çok güzel bir renk olacağını biliyordu.


Öyle böyle derken sekiz ayı da tamamlamıştı üstelik. Rafları temizledikten sonra yarın akşamki film gösterimi için Nazım Usta’ya kurabiye siparişlerini vermeyi de unutmamalıydı. İki aydır haftada bir gün içinden kitaplar geçen bir filmin gösterimini yapıyordu kitapçıda ve bu hafta, her öğlen buluştukları parkta birbirlerine kitap okuyan iki arkadaşın hikayesini anlatan My afternoons with Margueritte'teydi sıra. En sevdiği filmlerden biriydi.


Ha bir de…


Diye uzar gider bu hikaye. Belki bir yerde benzerini yaşayan biri vardır ama yukarıda yazılanların tamamı bir kurgu aslında. Ha tabi, Kirpinin Zarafeti gerçek, Renée gerçek, Corto Maltese gerçek, My afternoons with Margueritte gerçek. Yani aslında onlar da kendi kurguları içinde gerçek.


Yaşadığımız yerlerde – büyük şehir, küçük şehir gözetmeksizin – kitabevlerinin azlığından, kütüphanelerin yokluğundan bunca şikayet ederken bir de var olanların kapanma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu duydukça iyice dertleniyor insan. Halbuki rengin en güzeli bir kitabevinden çıkar ama sahi, biz artık renklerden de korkuyorduk değil mi? Hazır hayal kurmakta bir sakınca yokken bol bol kitabevi hayali kuralım biz en iyisi.





YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.