Paylaşmak büyük mutluluktur fakat…
Badi Badi Nuri, Halikarnas Balıkçısı’nın en sevdiğim kahramanlarından biridir. “Ötelerin Çocukları”ndaki hikâyelerden birinde sahnede kısacık kalır, izini bırakır ve gider. Lakabını fiziksel özelliklerinden almıştır. Kamburcadır, bacakları çarpıktır. Lakin sadece fiziksel görüntüsü değil, dünyayı algılayışı da farklıdır. Onu yaratıcısından daha iyi anlatabileceğimi sanmıyorum:
“Nuri çocukluk çağının çoğunu savrulan küfürler, tokatlar, tekmeler arasında geçirmişti. Bu şeyler onu acıtmıştı ama o yaradılıştan mutluydu. Çünkü ormandaki yeşil günlerden, denizdeki mavi günlerden, şafaklar, guruplar, aylar, yıldızlardan yapılma bir saray içinde yaşamıştı. Yaban bir dağ çiçeği onun gönlünde bir cennet olurdu.
… Bütün hayvanlarla arası pek iyiydi. Ufak bir köpeği vardı. Adı Çomar’dı. Onu beslemek için kimi yol kendisi aç kalırdı, üstelik köpeği yediriyor diye efendisinden dayak yerdi. Bahçedeki koca portakalın yaprakları arasında öten bülbül onun en yakın arkadaşlarındandı. O kadar tatlı öterdi ki, ay bile geceleyin gelir, çocukla birlikte ağaca yaslanıp dinlerdi. Onun ne güzel öttüğünü Nuri diğer çocuklara söylemişti. Onlar da gelip dinlemişlerdi. Sonra bülbülün yuvasını bulup yumurtalarını almışlar, bir zaman oynadıktan sonra onları kırmışlardı. Ana kuşu da çatal dala bağlanan lastik sapanla öldürmüşlerdi. Nuri bu işe onlarla beraber gülememişti.”
Bülbülün ne kadar güzel öttüğünü diğer çocuklara söyleyip ölümüne sebep olduğu için pişman olmuş mudur Nuri, bilemiyorum. Bildiğim bir şey varsa magmasında coşku olan bir insanın yaşamın güzelliklerine dair duyduğu hazzı paylaşmaktan büyük mutluluk duyduğudur.
Bu durum aklıma bir de hemen “Into the Wild” filmini ve unutulmaz Chris’i getiriyor. Mevcut düzene, önceden kurgulanmış başı sonu belli hayatlara ve paranın hükmüne karşı durup üniversitenin en başarılısı, ailesinin en gözdesiyken hepsini elinin tersiyle iter ve rotasını kendi belirleyeceği bir yol seçer Chris. Alaska’ya gitmek, doğanın ve yolların vahşiliğini yaşamak en büyük arzusudur. İnanılmaz tecrübeler yaşar, muhteşem doğa anlarına tanık olur, bambaşka insanlarla tanışır, her birinin izleriyle yoluna daha da çok parlayarak devam eder ve başarır. Alaska’dadır. Doğayı tüm ilkelliğiyle en dibine kadar yaşar. Lakin ömrünün son anında dünyaya bıraktığı cümle “paylaşmak en büyük mutluluktur” olur. Hayal ettiklerini, hatta etmediklerini dahi yaşamıştır lakin hiçbirini sevdikleriyle paylaşamamış olmasının eksikliği tahmin etmediği bir şekilde içine kazınır.
Bunları neden mi anlattım? Chris’e benzer bir yanım varsa, Nuri’ye benzer üç yanım var. Bir başıma hiç bilmediğim yerlere gidip hiç bilmediğim yollara sapmışlığım vardır. Bazı güzelliklerin keşfi sadece bilinmezde saklıdır çünkü, garanti yollar yeni hiçbir şey sunmaz insana. Yalnız olmaktan korkmak bir yana mecbur kaldığım değil ama, seçtiğim yalnızlığı en büyük zenginliğim sayarım. FAKAT… Eninde sonunda hep paylaşmak isterim. Gördüğüm bir güzelliği sevdiğim tüm insanlar da görsün diye deli olurum. Misal bu diyarlarda tanıştığım badem çiçeklerinin açma mevsimindeki güzelliğini, eşim dostum kim varsa görsün diye yaptığım tezahüratı bir ben bilirim, bir de onlar. Ya da dolunayın denizin tam ortasından öyle bir yükselişi vardır ki, kıyısında oturup iki kadehi kendine, sonra da kendini denize yuvarlamanın hazzını kelimelere sığdıramam, herkes yaşasın isterim.
Lakin… Artık kendimi biraz Nuri gibi hissediyorum. Nuri’nin, bülbülün ölümüne diğer çocuklarla beraber gülemeyişindeki gibi… Betona tapınma, dağı taşı betona boğma hali arttıkça doğal olana daha çok saldırıyor insanoğlu ve ne hazindir ki o doğalı da betona boğuyor. Garip ve ders alınmayan bir döngü. Kötülüğün, çirkinliğin gırla olduğu bir dünyada güzel şeylerin de olduğunu göstermeye çalışırken insan “ama ben o güzellikleri bozasınız diye paylaşmamıştım ki” diye kalıveriyor kenarda. İnsan olmanın en güzel duygularından birini, coşkularını paylaşmayı da lekelediniz ya, temiz bir şey kalmayana kadar yola devam!
YORUMLAR